Kamp Yapmak-Mehmet Güzel-Nüve Teknik Servis Mühendisi

Ağaçlar ve ormanlar konusunda normal bir bireyden galiba daha hassasım. Çünkü bir ağaç benim için gerçekten çok şey ifade ediyor. Herkesin hayatta olmazsa olmazları vardır. Benim de olmazsa olmazım doğadır. Hepimiz doğanın birer parçasıyız. Her ne kadar kıymetini bilmesek de kıyısından köşesinden bir yerlerde dokunur bize Doğa Ana. İnsanın ruhuna dokunan öyle güzel bir etkisi vardır ki, bunu istesem de yazılara dökemem burada. Yaşanılması, hissedilmesi gerekir. Onunla konuşmak gerekir. Çünkü doğa sizi dinler. Alır götürür içinizdeki negatif, sizi yoran, yıpratan her ne varsa. Biz insanoğlu, kendimizi doğadan ayrı bir varlık olarak görmemeliyiz. Doğanın bize değil, bizim doğaya ait olduğumuzu düşünen insanlardanım.
Daha çocuk yaşlarda Ilgaz dağlarının eteklerinde başladı benim doğa sevgim. Sonrasında lise ve üniversite yıllarımda grup olarak katıldığım trekking etkinliklerinde doğaya karşı bir aidiyet hissetmeye başlamıştım yavaş yavaş. Kendimi teslim etmek istiyordum doğaya. Ben taş yığınlarının, egzoz dumanlarının ve insan gürültülerinin olduğu şehirlerde yürümek değil, çoğumuzun hatırlayacağı çizgi film karakteri olan Heidi gibi hiç durmadan dağlarda koşmak istiyordum. Ama gelecek kaygısı ve önüme çıkan seçenekler, beni şehirde yaşamaya mecbur kıldı. Yine de kopmadım doğadan. Sürekli doğa ile iç içe olmak için fırsat kolladım hep. Yürüyüşlerim sırasında birbirinden güzel ve eşsiz manzara noktalarından tutun, ormanların derinliklerinde ağaçların kendi aralarında konuştuklarını hissettiğim büyüleyici yerlere kadar, birçok yerde keşifte bulundum kendimce. Keşfetme hissinin bende yarattığı heyecan ve hevesle keşke dedim “Keşke hayatımın geri kalanını bu güzellikler içerisinde geçirebilsem. “Ama çok fazla yer vardı ve hepsi birbirinden güzeldi. Aralarında seçim yapmak çok zordu. Böylece hepsinden az az da olsa tat almaya karar verdim. Diğer taraftan hayatımı sürdürebilmek için şehirle bağlantımı da koparmayacaktım.


Trekking aktivitelerim sırasında o zamanlar çok nadir karşılaştığım kampçıları görüyordum. Bir gün orada, bir gün başka bir yerde. Onlarla tanışıp konuşmak, o insanların güzelliğini ve doğaya olan saygılarını görmem, kamp hayatına ilk adımlarımı atmamda vesile oldu. Üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye’ye henüz yeni girmiş ve öncü olan yabancı bir outdoor mağazasından aldığım ilk çadırım ve incecik matım ile ilk kampımı gerçekleştirmek için yola koyuldum.
Kızılcahamam yakınlarında yaptığım ilk kamp tecrübemde gece boyu üşümüş ve sürekli tedirgin olmuş olsam da bu beni vazgeçirmedi; aksine daha fazla üstüne gitmeye itti. Çünkü gün doğarken diğer insanlardan farklı olduğumu hissettim ve mutlak ıssızlığı tecrübe ettim. Bunu yaşamak bir ayrıcalıktı. Ve sonrasında kamp ekipmanlarımı zamanla geliştirerek kamplarımı daha keyifli hale getirdim. İlk zamanlarda daha çok piknik tadında geçen kamplarım, sonraları kendimi doğanın bir parçası olarak hissetmemle farklı bir şekil almaya başladı. Yavaş yavaş, yürüyüşlerim sırasında gördüğüm kampçılar gibi hissetmeye başladım. Bu gerçekten tarif edilemeyecek bir duyguydu.


Sonrasında kampa yalnız gitmek ile arkadaşlarımla gitmek arasında kararsız kaldığım zamanlar oldu. Edindiğim tecrübelerde her insanla kampa gidilemeyeceğini gördüm. Çünkü herkesin beklentileri farklıydı. Biriyle kampa giderken dikkat edilecek en önemli husus uyum ve takım çalışması. O insanın doğaya olan saygısından tutun, birlikte mücadele, soğukkanlılık, birbirini tamamlama ve en önemlisi karşılıklı saygı gerekiyor. Elbette kampımızı güzelleştiren, daha keyifli kılan insanlar var. Hala fırsat buldukça birlikte kampa gittiğim çok sevdiğim insanlar var. Ama yalnız kamp yapmanın güzelliği de ayrı. Hepimizin zaman zaman yalnız kalmaya ve kafa dinlemeye ihtiyacı oluyor. Bu yalnızlığı elbette evimde, dört duvar arasında da yaşayabiliyorum. Ancak arada çok büyük fark var. Teknolojinin getirdiği yalnızlık ve doğadaki yalnızlık. Yalnızlıktan kastım tabi ki insansız bir yalnızlık. Şehirde sosyal medya sağ olsun, yalnız hissetmek pek mümkün değil. Bu yalnızlık, bireyin kişisel gelişimi ve kendini keşfetmesi adına gerçekten bir fırsat.
Ekipmanlar demişken, ilk kamp tecrübeniz için mümkün ise bir arkadaşınızın çadırını ödünç almanızı öneririm. Kampın bana çok iyi geliyor olması ve çok seviyor olmam, herkesin sevebileceği anlamına da gelmiyor. Sonuçta her gece uyuduğunuz o sıcak yatağınız olmayacak. O rahat koltuklarınız, kimi zaman internetiniz ve dolayısıyla telefonunuz olmayacak. Hayatımızı kolaylaştıran ama farkında bile olmadığımız elektrik olmayacak. Ve çoğu insan için en önemlisi, bir tuvaletiniz olmayacak:) Bu yüzden ilk kampınıza, mümkünse daha önce kampı tecrübe etmiş bir arkadaşınızla gitmenizi öneririm. Elbette olumsuz tecrübeleriniz olacak bu kampta; ancak sizde güzel deneyimler, unutamayacağınız hatıralar da bırakır ve şehre döndüğünüzde mental olarak bir rahatlama hissederseniz, artık kamp ekipmanlarınızı bir bir dizme vakti gelmiş demektir:)
İlk ekipman tabi ki hepimizin aklına gelen ve kampın olmazsa olmazı çadırdan başlamak istiyorum. Çadır seçimi, kamp yapmak istediğiniz bölgeye, hava şartlarına, ağırlığa, kişi sayısı ve ebat faktörlerine göre yapılmalıdır. Bir çadır ile hem kış hem de yaz kampları ne yazık ki mümkün değil. Kış kamplarında ulaşımın ve şartların zor olduğunu göz önünde bulundurursak, 3 mevsim bir çadır almanız ilk aşamada yeterli olacaktır. Klasik kamp çadırları 1 ila 4 kişilik kapasitelerde çeşitlilik göstermekte. Ve bilmeniz gereken en önemli noktalardan birisi, bu ebatların tam olarak belirtilen kişi sayısına göre olması. Bu tabi ki istenen bir durum değil; çünkü çadır içinde kesinlikle ekstra bir alana ihtiyacınız oluyor. Bu yüzden çadır seçiminde kişi sayısı +1 faktörü göz önünde bulundurulmalı.
Ağırlık konusu da yerine göre önemli bir faktör, tabi eğer yürüyüşü seviyorsanız. Çünkü bir gün özgürce ıssız bucaksız dağlara doğru yürümek isteyeceksiniz. Bu durumda sırtınızda taşıdığınız ağırlık sizin için en zorlayıcı faktör olacaktır. Ülkemizde bulunan ve dünyaca ünlü hiking rotalarından olan Likya, Karia gibi yolları yürümek istediğinizde inanın çantanızdaki 100 gramın hesabını yapar olacaksınız. Çünkü belli bir yürüyüşten sonra +1 kilo, size 10 kilo gibi gelecek. Bu durumda “light” ve “ultralight” diye tabir edilen çadır modellerini seçmiş olmanız sizin için bir avantaj olacaktır.
Çadırda yükseklik ile ilgili de değinmek istediğim konular var. Evet, gece karanlığında çadıra girdiğinizde yükseklik bir anlam ifade etmeyebilir, ama uykuya dalma esnasında gerçekten pozitif bir etkisi olduğuna inanıyorum. Ne kadar yüksek, o kadar iyi. Çadırın içinde sağladığı ekstra alandan kaynaklı artan hareket ve temiz hava imkânı da yeterli yüksekliğin getirilerinden. Benim önerim en az 115 cm iç yükseklik. Bu tabi ki kullanacağınız mat veya şişme yatağın yüksekliğiyle de ilgili. Çünkü şişme yatak kullananlar için yaklaşık 20 cm yatak yükseklik payını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kendi çadırımdan örnek vermek gerekirse, 125 cm yüksekliğine sahip. 9 cm’lik şişme mat kullanıyorum. 116 cm iç yükseklik tamamen benim kullanımımda.
Çadırlar iç ve dış tente olmak üzere iki yapıdan oluşur. İç tente kullanım alanını çevreler ve içerideki hava sirkülasyonunu sağlar. Dış tente ise su ve rüzgâr geçirmeyen bir kumaştan yapılır ve yerin birkaç santimetre üstüne kadar gelir. Bunun sebebi içeride yoğuşmadan kaynaklı oluşan su buharının atılmasıdır. İç tentenin hava alabilir bir yapıda olmasına dikkat edilmelidir. Aksi takdirde, sıcak bir yaz günü sabahın ilk ışıklarıyla çadırınızda bir hamam ortamında uyanabilirsiniz. Özellikle ultralight çadırlarda transparan olarak sunulan iç tente, nefes alınabilirliği artırmakta ve sıcak yaz günlerinde bile çadırınızın içerisinde diğer çadırlara kıyasla daha serin bir hava imkânı sunmaktadır. İç tentesi transparan olan çadırlar ayrıca yaz akşamlarında çadırınızın içinden gökyüzündeki yıldızları ve samanyolunu izlemek için size güzel bir imkân sunar. Tabi bu şekilde uyumak isterseniz, gece yağmur yağmayacağından emin olmalısınız.
Günümüzde internetin de etkisiyle birçok ürüne erişim çok kolay hale geldi. Belirlediğiniz kriterlere uygun çadırı ararken yurtdışındaki bilinir alışveriş sitelerine de göz atmanızı öneririm. Bazen ülkemizde bulunan aynı kriterlerdeki çadırdan daha hesaplı bir çadır bulabilirsiniz. Bütçe konusunda sınırlarınızı zorlamanız iyi olacaktır. Çünkü çadır sizin doğadaki eviniz. Ve buna değecek; inanın.
Gelelim üzerinde yatacağınız mat veya şişme yatak seçimine. Şişme yatak yazın bile serin yaylalarda alttan soğuk almanıza sebep olabilir. Bu da huzursuz bir uyku demektir. Şişme yatakların içerisinde hava olduğu için, bu durum yer ile vücudunuz arasındaki ısı transferini kolaylaştırarak soğuk bir gece geçirmenize yol açabilir. Ayrıca şişme yatak yüksekliği, çadırınızın içerisindeki kullanım alanını azaltacaktır. Yürüyüşler için ağır bir opsiyon olacak ve ek olarak pompa gereksinimi doğacaktır. Tabi ki uyku sırasında rahatlığına söyleyecek bir şey yok.
Matlar ise, katmanlı rulo matlar ve şişme matlar olarak ikiye ayrılıyor. Matlarla ilgili ilk özellik, şişme yataklara göre daha hafif olmalarıdır. Diğer taraftan, ülkemizde matlarla ilgili maalesef eksik bilgiler var. Bütün matlar uluslararası standartlar gereği bir “R” değerine sahiptir. “R”, İngilizce resistance kelimesinden geliyor ve zemin ile vücudunuz arasındaki ısı iletiminin katsayısını ifade eder. Mat seçimi yaparken ürün sağlayıcısına bu değeri sormanızı öneririm. Bir diğer husus, yüksek yerlerde ve yaylalarda gece ve gündüz sıcaklık farkının fazla olduğunu bilmenizde fayda var. Yazın yüksek bir yaylada gündüz sıcaklık 30 dereceyken gece -10 derece olabilir. 3 mevsim bir kullanım için R değeri en az 3,5 olan bir mat almanızı öneririm. Kendi matım 4,4 R değerine sahip ve kışın kullandığımda bir sorun yaşamadım. Everest tırmanışçıları en az 6 R değerine sahip matlar kullanmakta.

Uyku tulumu bir diğer önemli ekipman; ancak burada dikkat edilmesi gereken şu ki; özelliklerinde belirtilen “extreme” sıcaklığı sadece sizi soğuktan öldürmeyecek sıcaklıktır. Tulum alırken bu değere kanılmaması gerekir. Bir tulumun extreme sıcaklığı -25 derece iken, “comfort” sıcaklığı +1 derece olabilir. Bu durumda, kendinizi en iyi tanıyan ve soğuğa karşı direncinizi en iyi bilen insan olarak, seçimi siz yapmalısınız. 3 mevsim kampa uygun extreme sıcaklığı olarak -10 ila -15 derece bir aralık önerebilirim.
Temel ekipmanları bu şekilde sıraladıktan sonra geriye kalanları tamamen zevkinize göre seçebilirsiniz. Ama ekipman konusunda hafiflik esas olup bir gün bu ekipmanları bir sırt çantasına sığdırarak yola çıkacağınızı da göz önünde bulundurun derim.
Yukarıda çok kısa da olsa değindiğim Işıklar Ülkesi, yani Likya Medeniyetinin uzun yıllar yaşadığı bir coğrafyada bulunan 550 km’lik Likya Yolu’ndan da bahsetmek isterim. Kesinlikle hayatınızda edinmeniz gereken bir tecrübe olduğunu bilmenizde fayda var. İlk fırsatta bir zaman ayırıp en azından belli etaplarını yürümenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Tamamı 25 ila 35 gün arasında kişinin temposuna göre bitirilebilir. Tarih kokan yolları, araçla asla ulaşamayacağınız büyüleyici manzara noktaları, tertemiz masmavi koyları, muhteşem doğası, daha sayamadığım birçok güzelliğiyle keşke daha önce yürüseymişim diyeceksiniz. Tabi yürüyüşü eziyete çevirmeyecek ekipmanlarınızla. Bileği kavrayan sağlam bir bot, dayanıklı ve hacmen en az 50 litrelik, ağırlık olarak maksimum 17-18 kiloluk bir çanta ve iniş çıkışlarda bacağınıza, belinize fazla yük binmesini engelleyecek olan bir çift baton. Umarım bir gün o güzellikleri sizler de görebilirsiniz.
İlk defa kamp yapacak kişilerin en büyük endişelerinden biri de doğada hayvan ile karşılaşma ihtimali. Emin olun, bir süre sonra keşke görebilsem diyeceksiniz. Ilgaz, Bolu ve Eskişehir’de geyik, Bolu’da kurt, Kastamonu’da ayı, Antalya’da vaşak ve birçok yerde tilki, domuz gibi vahşi hayvanlarla karşılaştım. Elbette ilk gördüğünüzde içinizde doğan korku hissine engel olamıyorsunuz, ama sonrasında tekrar görmek istiyorsunuz. Bu hayvanlar doğanın bir parçası ve her biri doğanın sürekliliği için gerekli. Siz onları rahatsız etmediğiniz sürece onlar da size ilişmeyecektir. Çünkü bizim onlardan korktuğumuzdan daha çok onlar bizden korkuyor. Uzaktan görürseniz bırakın gitsinler, takip etmeyin. Kamp ateşiniz olduğu sürece yanınıza gelmeye çekinirler. Ancak çok aç olan hayvanlar yiyecek kokusunu alıp siz uyurken çadırınızın yanına kadar gelebilir. Onu da uykunuz sırasında hissetmeyebilirsiniz. Hissetseniz bile soğukkanlılığınızı korumalısınız. Panik olmadan bir yakınınıza durumla ilgili bilgi vermeniz iyi olacaktır. Özellikle yanında yavrusu olan ayı, domuz gibi hayvanlardan kesinlikle uzak durulması gerektiğini hatırlatmak isterim. Yanınızda torpil bulundurmanız, etrafta hayvan varlığını hissettiğinizde onları uzaklaştırmak için yararlı olacaktır. Şunu özellikle belirtmek isterim ki doğayla birlikte hayvanları da korumamız gerekiyor. Hayvanların olmadığı bir doğanın bize ne gibi felaketler getireceğini tahmin bile edemeyiz.


Türkiye’de kamp kültürü, son yıllarda özellikle kamp ekipmanlarına erişimin kolaylaşması ve özellikle tatil bölgelerinde otellere kıyasla daha ekonomik olmasıyla beraber gelişti. Ancak kamp yeri konusunda belli kalıpların dışına çıkmayı henüz başarabildiğimizi sanmıyorum. İnsanlar kamp için genellikle Yedigöller, Abant gibi popüler yerleri tercih ediyorlar. Dip dibe çadırlar, insan bağrışmaları, el değmiş alanlar… Böylesi bir ortamda zihni arındırmak, negatif enerjiyi toprağa vermek, düşünmek ve rahatlamak imkânsız diye düşünüyorum. Kamptan beklentiniz, şehir hayatının kalabalığı, gürültüsü ve kirliliğinden uzaklaşmak, yaşattığı streslerden arınmak, beton yığınlarını görmekten bıkmış olmak ise, kesinlikle popüler kamp yerlerinden uzak durulmalı. Buna karşın, ilk kampınızı bu gibi popüler ve güvenli yerlerde yapmanızı öneririm. Belli bir tecrübe edindikten ve kamp yapmayı sevdikten sonra adım adım üst seviyelere çıkabilir, kamp hayatınızı daha keyifli bir hale getirebilirsiniz.
Doğayla kalın…
Mehmet GÜZEL Nüve / Servis Mühendisi