Rengine doyulmayan, rengi yapay olan hiçbir şeyde bulunmayan, adı bile konulamayan, pembe deseniz olmayan, içinde mavilik var galiba diye fısıldanan, kendine has Erguvan.

Mayıs ortalarında çiçeklerini döktükten sonra kalp görünümlü yapraklarıyla kasıma kadar yeşil kalan Erguvan ağacı, İstanbul’da Boğaz’ı her bahar o kendine has rengine boyar.

Özellikle Bursa ve İstanbul’da çok rastlanan Erguvan Ağacı, İstanbul Boğazı’nın vazgeçilmez süsüdür. Boğaz vapuru ile Rumeli Hisarı’na doğru uzanırken güverteden seyrine doyum olmayan ve yazı beraberinde getiren Erguvan. Boğaz hattı boyunca ve korularda bolca karşılaşabileceğiniz muhteşem renk. Beşiktaş’taki Abbas Ağa Parkı ya da Yıldız Parkı, Erguvanlarla büyülenebileceğimiz güzellikte. Kuruçeşme civarında bulunan Naciye Sultan Korusu, Bebek Kortel Korusu ve tüm Aşiyan Mezarlığı bu güzellikle kaplı. Boğazın diğer tarafında Kuzguncuk sırtları, Nakkaştepe, Kandilli civarında Cemile Sultan Korusu, Otağtepe Mihrabat Korusu ve Hidiv Kasrı erguvanlarla ve bu özel renkle dolu.

Adı, çiçeğinin o büyüleyici renginden gelen Erguvan

TDK sözlüğünde; “Baklagillerden, eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı, deliboynuz (Cercis siliquastrum)” olarak geçiyor. Etimoloji sözlüklerinde ise Akadça’da mor rengi ifade eden “argamannu”, Farsça’da “argavān”, Arapça’da “ercuvani” ve Türkçe’de “argavan” derken günümüz Türkçe’sinde erguvan adını alıyor.

Bilimsel literatürde, 1753 yılında İsveçli botanikçi Carl Linnaeus tarafından Latince “kabuk” (siliqua) ve Yunanca “dokumacı mekiği” (kerkis) kelimesinden türetilmiş “Cercis Siliquastrum” olarak isimlendirilen erguvan; İngilizcede “Judas Tree” yani “Yahuda Ağacı” olarak geçmektedir ve bu adı Yahuda’nın Hz. İsa’yı tutuklattıktan sonra Hristiyan inanışına göre kendini astığı ağaçtan almaktadır. Lakin bu isimlendirmenin, erguvanların sıkça yetiştiği Fransa’daki “Judea” isimli tepelik bölgenin bir ağacı olan “Judea Ağacı” (Arbre de Judee) tamlamasının yanlış bir türemesi sonucu oluştuğu da söylenmektedir.

İmparatorluk Moru

Yunanca, Porphyra; Latince, Purpura ve ayrıca imparatorluk moru olarak da bilinen erguvan rengi, imparatorluk kıyafetlerinde kullanılmak üzere çeşitli zorluklarla elde ediliyordu. Bir tür kaya salyangozu olan bir deniz kabuklusunun salgılarından elde edilen bu renk için salyangozların önce soluk boşluklarında bulunan bezeleri alınıyor ardından bu bezelerin içerdikleri beyazımsı salgı üç gün boyunca tuza yatırıldıktan sonra on gün süreyle kaynatılıyordu. Boyanacak olan kumaş, hâlâ renksiz halde bulunan bu sıvıya batırılarak kurutulmak üzere güneşe seriliyor ve güneş ışınlarının etkisiyle kumaş mor-pembe bir renge dönüşüyordu. Kaynaklara göre bir kilo yünü boyamak için (Ör. Bir Bizans imparatorunun giydiği tunika) yaklaşık 10.000 adet deniz kabuklusunun canlı olarak yakalanıp, işlemden geçirilmesi gerekiyordu.

Erguvan hem tarih ve kültürde hem de Türk şiirinde önemli bir semboldür. Erguvan rengi tarihte farklı kavramları ifade etmek için kullanılırken aynı zamanda şair ve yazarlara eserlerini yaratırken de ilham kaynağı olmuştur.

Tarihte yeri

Erguvan tarihe tanıklık etmiş, gerçekten yaşlı bir ağaçtır. Rengi Antik Mısır’da ve Roma’da soyluluk simgesidir, ancak Bizans’ın öyküsü hep ağır basacaktır. Bizans İmparatorluğu’nda erguvan hanedan rengiydi. Konstantinopolis’li ustaların, ender bulunan dikenli deniz salyangozunu ezerek elde ettikleri maddeyle boyanan giysileri yalnızca soylular giyebilirdi. Halkın giymesi yasaktı. Erguvan rengine olan düşkünlüğün nedeni büyük ihtimalle zor elde ediliyor olmasındandır. Mor pelerinin tek sahibi olan imparatorların erkek çocuklarının doğar doğmaz saraydaki erguvan renkli odalardan birine alınması, başka hiçbir ağaca nasip olmayan biçimde bir baş tacı ediliştir.

Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans, İmparator Konstantin tarafından MS 330’da kurulduğunda, kentin surları tamamlanıp açılışı yapıldığında aylardan mayıs, mevsimlerden “Erguvan Mevsimi”dir. Söylenceye göre takvimler 11 Mayıs’ı göstermektedir.

Kaderin ne garip bir gelişimidir ki, 11 yüzyıl sonra yine mayısta, şehri genç Osmanlı Sultanı İkinci Mehmed ele geçirip yeni bir dünya imparatorluğu başlatacaktır.

Erguvanlar, Osmanlı döneminde de çok sevilen ve bahçelerde bulunmasına özen gösterilen ağaçlardı. Dalları yalnızca mekanları güzelleştirmekle kalmaz, padişahın sofrasındaki salataların üstünü de süslerdi.

17. yüzyılın Osmanlı dünyasını adım adım aktaran gezgin Evliya Çelebi, seyahatnamesinde İstanbul’daki bir esnaf geçidini anlatırken meşalecilerin çeşitli çiçeklerin yanı sıra erguvan dalları taşıyışlarını betimler. Sultan Yıldırım Bayezit’in damadı, Anadolu erenlerinden Emir Sultan’ın her yıl erguvan mevsiminde Bursa’da müritleriyle buluşması vesilesiyle 14’üncü yüzyıldan itibaren düzenlenen erguvan şenlikleri geleneği, 19’uncu yüzyıla kadar sürdürülmüştür. Evliya Çelebi bu şenliklerden “Erguvan Cemiyeti” olarak övgüyle söz eder, Erzurum’da da erguvanlar bulunduğunu söyler.

Türk Edebiyatında Erguvan

“… Neden yine kaynaştı havalar / Saadet mi getiriyor rüzgâr / Dolarak erguvan atlaslara” diye seslenir Orhan Veli, Ave Maria şiirinde. Evet, saadet, heyecan, sevinç, renk getirir erguvan İstanbul’a ve toprağını sevdiği diğer tüm kentlere; baharı getirir. Abdülhak Şinasi Hisar boşuna dememiş; “Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçekler ve erguvanlar da laâden alevlerini açarken…”.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’de sözünü ettiği, İstanbul surlarının üstünde Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasından tek başına fırlamış olan, ona “ezeli bir ebedi arzunun, daima yenileşen hayat akışının bir timsali” duygusunu veren erguvan ağacı, her bahar hâlâ şairin ziyaretini bekler mi bilinmez ama, Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı gibi,

“Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hâlâ erguvan.”

Ahmet Haşim şiirinde şöyle der:

Gün bitti. Ağaçta neşe söndü.

Dallar ateş oldu. Kuş da yakut,

Yaprakla kuşun parıltısından

Havzın suyu erguvana döndü.

Yahya Kemal ise şiirinde erguvandan böyle bahseder;

Beklemem fecrini leylaklar açan Nisanın,

Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.